Babamın Gözünden Kıbrıs Barış Harekatı
20 Temmuz 1974 günü, Kayseri Hava İndirme Tugayı’nın Kıbrıs’a atlayan paraşütçü komandolarından biri de rahmetli babam Mustafa Yücel’di.
Gazetelerde veya internette ne zaman Kıbrıs Barış Harekatı fotoğrafları görsem bütün askerlere şahin gözüyle bakarım keskin keskin, acaba babam da var mı diye…
Merhum babam hatıralarını o ânı tekrar yaşıyormuşcasına anlatırdı. Öyle heyecanlanır, öyle öfkelenir, öyle hamasetle konuşurdu ki soluğu kavuşamazdı cümlesinin sonuna.
Tertipleri tek başına paraşütle atlarken babam, bölük komutanının şoförü olduğu için landa bağlanmış paraşütle bırakmış kendini boşluğa kargo uçağından. Yerdeki düşmanın havadaki komandolara ateş etme riski olduğu için 100- 150 metre yükseklikten gerçekleştirilmiş atlamalar.
Paraşütün ucundaki land havada, babam şoför koltuğunda sert bir iniş gerçekleştirmiş sapsarı ekin tarlasına. Hızlıca paraşütü toplamaya başladığında yaklaşan alev topunu görmüş başını arkasına çevirdiğinde. Gözünü kan bürüyen Rumlar, Türk askerini yakma caniliğiyle ekini ateşe vermiş. Rüzgarı arkasına alan alevler hızla landa doğru yaklaşırken babam paraşütün landa bağlı iplerini derhal kasaturayla kesip direksiyona geçmiş. Her zaman marşa basar basmaz çalışan land, o an kontak yapmamış. Bir… İki… Gırın gırın diye ses çıkarıp uyanmaya çalışan landın motoru bir türlü uyanmayınca “Ya allah..!” diyip son kez bir daha basmış marşa ve egzozundan yanardağ patlaması gibi duman atan land, çok şükür çalışmış. İstikamet toplanma alanı… Babam basmış gaza.
Ertesi günlerde ise bu adrenalin derecesi yüksek film sahnesi gibi hatırânın yerini, büyük soru işaretlerine bırakan bir dram almış .
Kıbrıs Gazisi Babam anlatmaya devam ediyor…
Karargahdan çok hızlı bir emir yayıldı bütün orduya. Türk askeri matarasındaki sudan başka hiçbir yerden su içmeyecekti. Emir kesin ve netti. Çünkü bütün su kuyularına zehir atan canî Rumlar, Hz Hüseyin’i bir damla suya muhtaç eden Yezid kesilmişti Türk askerinin başına.
Aslında bunu çok görmüyordu Türk askeri çünkü Rum gibi bir düşman demek; çoluk çocuk, yaşlı, kadın demeden hepsini katleden bir canavar demekti… Ama koskoca adada sadece Rumlar yoktu tabii.. Kendilerine huzur ve güven getirdiğimiz mücahit Türk’ler var demiş iç sesleri, son kurtuluş umudu olarak uçurumdan düşerken bir dala tutunurcasına. Babam ve arkadaşları Kıbrıslı soydaşlarımızdan medet ummuş ve canları pahasına zalimlerin elinden kurtarmaya gittikleri Türk kardeşlerimizden su istemişler. Aldıkları cevap elbette
“Buz gibi bir bardak su olmuştur o Temmuz sıcağında.”
demek isterdim; ama akıl ve gönül kurumuş meğerse o temmuz sıcağında. Bir tas su vermemişler ne acıdır ki… Bir pet şişenin kapağıyla üç beş damlacık su verin diye eklemiş babam sözlerine, bir cümle daha. Nafile… Türk kardeşlerimiz bir şişenin ufacık kapağıyla bile olsa suyu çok görmüşler askerlerimize..! Dost bildiklerimiz de düşmanla saf tutunca yaşamanın bir anlamı kalmıyor. Akıllarda mantık iflas etmiş, yüreklerde sevgi buharlaşıp uçmuş..
“Biz Kıbrıs’a niçin geldik? Kimi kurtarmaya geldik?” sorusu bütün harp boyunca düşmana nişan alırken kafalarına takılan en büyük soru çengeli olmuş.