POZANTI’YA BİR SİNEMA ŞART
Bütün Türkiye’yi ayağa kaldırdı Can Dündar’ın “Mustafa”sı.
Beğenenler de oldu beğenmeyenler de.
Çok ateşli bir tartışma ortamı oluştu filmi izleyenler arasında.
Hatta geçen hafta “Ata’ya hakaret suçu”ndan
savcılığa suç duyurusunda bile bulunuldu.
“Mustafa”yı izleyenler arasında ben de yerimi almıştım.
Bilmediğim yönleriyle buldum Ata’yı karşımda.
Aslında her insanın yaşayabileceği
duyguları, entrikaları, kıskançlıkları ve korkuları yaşıyordu.
Bir insan olarak bunları yaşamak kadar
normal olmayan ne olabilirdi ki zaten.
İşte burada bütün sıkıntıyı Atatürk’ü,
insanüstü bir durumda hayal edip
onu “ilahlaştıran” kesim çekti.
Onlar, Atatürk’ü Nazilerin Hitler’iyle karıştırıyor
büyük ihtimal ki “duygusal Atatürk”ü hazmedemediler,
sindiremediler içlerine.
Film tadında kaliteli bir belgesel çekmiş Can Dündar.
Ne yalan söyleyeyim;
böyle bir belgesel beklemezdim Can Dündar’dan.
Neden mi?
İdeolojisine ters çünkü.
Bir bakıma kendisiyle çelişti çünkü.
Hatta çoğuna göre ihanet bile etmişti sol görüşe.
Bu konuların mevzu bahis olacağını da en az benim kadar biliyordu.
Yani bütün olacakları önceden kestirip
her şeyi göz önüne alarak çekti bu belgeseli Can Dündar.
Belgeselcilik de bilime katkıda bulunan
ciddi bir uğraş olduğu için at gözlüğünü çıkarmakla işe başladı.
Belgeselcilik de bunu gerektirirdi zaten.
Sözün özü; filmi izleyince “Mustafa”yı daha da özümsedim
ve kendime çok daha fazla yakın htim.
Açıkçası daha da içselleştirdim Atatürk’ü.
Atatürk’ün de benim gibi karanlıktan korktuğunun,
aşk med-cezirleri yaşadığının,
dahası bir “duygusal Atatürk” olduğunun farkına vardım.
Daha da bir sevdim “Mustafa”yı.
İşte bu konuda “Mustafa”yı izlemeyen
ya da izleme fırsatı bulamayan Pozantılı çocukların ve gençlerin
çok büyük bir gerçekliği kaçırdığını düşünüyorum.
“Mustafa”; Atatürk’ü, çocuklara ve gençlere
daha çok sevdirebilmek ve iyice anlatabilmek için
mutlaka izletilmesi gereken bir belgesel filmi.
Bu yüzden bence Pozantı’ya bir sinema açılma vakti gelmiş ve geçiyor bile.
Eskiden varmış, şimdi neden yok anlamıyorum zaten.
Not: Bu yazım ilk olarak 4 Kasım 2008’de Yunus Aytekin’in imtiyaz sahibi olduğu 5 Ağustos gazetesinde yayımlanmıştır.