YASTIK ALTI ŞİİRLERİ
ŞAİRLER AKŞAMI
“Var olsunlar yine bu akşam
Şereflendirdi şairler masamızı
Kurduk mehtaba karşı çilingir soframızı
Akşam yine akşam
Ve başta Ahmet Haşim Bey
Yorgun gözlerinde melâlü gam
Bir yanda Cahit Sıtkı
İlk sevgiliyi almış Beşiktaş’tan
Sesleniyor Abbas’a
– Haydi Abbas vakit tamam
Karşısında Veli’nin oğlu Garip Orhan Veli
Yine tarifsiz kederler içinde besbelli
İstanbul’u dinliyor gözleri kapalı
Yanında birisi var; Nazım Hikmet olmalı
Şiirler söylüyor memleket üstüne
Sevda üstüne, hasret üstüne
İlerde dalmış mehtaba pür hâyâl
Akşam musikisini dinliyor Yahya Kemal
Bir de misafiri var yanında bu akşam
İşte! Elinde sagar ile Ömer Hayyam
Bu akşam masamızda Nurullah Ataç da var Sait Faik de var
Ve işte yan yana Tecer’le Tanpınar
Az ötede Ziya Osman Saba
Asaf Halet nerede acaba
O da buradaymış, tamam
Şairler akşamı bu akşam
Hoş geldiniz şairlerim
Sefâlar getirdiniz dünyamıza
Özledik şiirinizi
Sizi özledik
Konuşsanıza…”
Kederli Şair Ümit Yaşar Oğuzcan (Kendisi Tarsusludur.) her ne kadar şair olup yepyeni ve taptaze şiirlere imza atıp şiirde son haddesine kadar doyuma ulaşan ve şiirin hazzını yüreğinin bütün hücrelerinde hisseden bir sanatçı olsa bile yine de mazîden kopmayarak nostalji rüzgârına kapılmış…
O; vazgeçemediği, her okuyuşunda yeni bir şiir okyanusuna yelken açtığı ve kendisini, keşfedilmeyi bekleyen şiir ülkelerine ulaştırdığı şiirleri, çoğu şairimizi anarak ve onların şahşiirlerine atıfta bulunarak “Şiir Denizini” oluşturmuş. Belli ki bu dile getirip zikrettiği şiirler ise onun okumaktan kendisini alamadığı ve şiir içesi geldiğinde hemen eline aldığı “yastık altı şiirleri”ydi hatt- ı zâtında. Şimdi bana “Zaten kitap okumaktan nefret ediyorum, baş ucu kitaplarından sonra bir de yastık altı şiirleri mi peydahlandı, kardeşim!!!” diyerek kükrediğinizi duyabiliyorum. (Çünkü kulaklarım şu an nedensiz çınlamıyor…)
Evet peydahlandı. Yastık altı şiirleri… Bunu da ben söylüyorum.Baş ucu kitapları varsa, soruyorum sizlere neden yastık altı şiirleri olmasın?! Bal gibi de olur… Tabii yanlış anlaşılmak da istemiyorum. Ben sizlere tutun o çok sevdiğiniz başucu kitaplarınızı; tahtakurularının bir kenardan yemeye başladığı, örümceklerin köşesine ağlarını ördüğü ve raflarında birçok kitabın toz içinde boğulduğu kitaplığınıza kaldırın demiyorum.
Hoşumuza giden, her okuyuşumuzda define sandığının en diplerindeki eşsiz mücevherlere ulaştığımız, siyah perdeleri usulca aralayıp şiir dünyasının kuytu bir köşesinde kalmış esrarengiz ve efsunkâr mahzenlerine adım attığımız, her mısraında hislerimize tercüman olup insanı yaratıcı söylemleriyle, akıcılığıyla, imgesel âlemiyle ve muhteşem ahengiyle yüreğini titretip coşturan ve neden sonra kederlendirip hislendirerek derin bir iç çektiren şiirler, yastık altı şiirleri…
Çoğu zaman gece yatmadan önce şöyle kana kana okunacak, bazen yaşama sevincimizi ve memleket sevgimizi depreştirecek bu vatan ve bayrak için kanının son damlasına kadar mücadele edip bedenini gözünü kırpmadan kurşuna siper eden atalarımızı hatırlatacak ve böylece milli duygularımızı kabartacak şiirler; Sakarya Türküsü, Çanakkale Destanı ve Cenge Giderken…
Bazen de gecenin vermiş olduğu o vuzuh atmosferde insanı duygu denizinin gizemli derinliklerine daldıracak rüya diyarlara götürüp yüreği burkacak, bedeni yontacak ve ruhu inceltecek şiirler; Çoban Çeşmesi, Otuz Beş Yaş, Geri Gelen Mektup, Kışlada Bahar, Uzaktan Uzağa ve Desem ki gibi şiirler.
Günün yorucu koşuşturmasından sıyrılmanın ve mesai saati boyunca son haddesine kadar şişip ağırlaşan kafanın ağrılarından kurtulmanın bir başka reçetesi: yatağa uzanıp uyumadan önce kana kana yastık altı şiirlerimden içmek…
Durmadan bir gül açar ellerinde pembe
Sen nefes alışı en bakir güzelliğin
Gözlerin midir parlayan gökyüzünde
Bir güneş doğarcasına geceleyin.
(22 ŞUBAT 2008, 5 AĞUSTOS)