LALE DEVRİ ŞAİRİ: NEDİM
Bilinen bütün divan şairlerinden çok farklıydı Nedim. Çünkü diğer divan şairlerinin ağızlarına sakız ettikleri ayrılığın acısından, aniden çöken gecenin kendine has uğultusundan, gamın, tasanın yerleştiği bir ruhun kederinden, karşılıksız aşkların yiyip bitiren derdinden bahsetmeyi sevmezdi şiirlerinde. Nedim tüm bu olumsuzlukları aşarak yaşanabilecek bir dünya haline adamıştı kamış kalemini… “Hızır onun fidanlığına ebedi ömrün tohumunu ekmiş” dediği Sadabad’ı anlatırdı o, Boğaziçi’nde yapılan sandal sefalarını, sarayları, şehr-i İstanbul’un o zaman som altına benzetilen altın boynuzu Haliç’te yapılan keyifleri…
Bir kadını sever gibi sevdiği İstanbul’da doğmuştu; sonraki yıllarda da en büyüklerinden biri olacağı Divan Edebiyatı’na İstanbul şivesini yerleştirerek mahallileşmenin temellerini atacaktı. Asıl adı Ahmet’ti ama bunu pek kullanmayacak; Nedim adıyla şiir meclislerine dahil olurken şiirlerinde kullanmak üzere ayrıca bir mahlâs aramamasını da
“Mâlumdur benim sühânım mahlâs istemez
Fark eyler anı şehrin nüktedânları”
diyerek kendi şahsına özel bir dille açıklayacaktı.
Nedim için asıl önemli olan iyi, rahat ve de doya doya yaşamaktı. Yıllar sonra öldüğünde mezar taşının, Hamzavi tarikatı mensuplarının mezar taşlarından olduğu ortaya çıktığında, şairin Hamzaviler’in evliyalarından biri olarak kabul edildiği bilinen Ali Paşa’ya yaranmak isteyen pek çok kişi gibi bu tarikata geçtiği konuşulacaktı. Fakat buna rağmen Nedim hiçbir zaman herhangi bir dini ve tasavvufi yaklaşıma yönelik şiir yazmamış ve hatta divan şairi olarak tanınmasına karşın Hz. Muhammet için bir naat bile kaleme almamıştı.
“Ey sadr-ı muhterem ede hak id her günün
Vasfında ola böyle Nedimâ şeker-feşan”
(Ey sayın sadrazam! Tanrı her gününü bayram etsin
Nedim de senin vasfında böylece şeker saçıcı olsun)
dediği İbrahim Paşa’nın koruyuculuğu sayesinde kimse ona dokunamıyordu. Ciddi konulara pek dalmayan bir şairin fazlaca sevmeyeni olduğu düşünülmeyebilir ama bu noktada Nedim’in saray çevresine yakınlığı, onlarla katıldığı geziler ya da eğlenceler hesaba katıldığında durumun sanıldığı kadar basit olmadığı da anlaşılacaktır
Nedim, padişahın katıldığı mecliste tefsir toplantılarında da okuyuculuk yaptıktan sonra medreseden medreseye geçmeye ve giderek arttırılan payelerle yükselmeye, yükselirken de eteğine takılmaya çalışanları farkına bile varmadan silkelemeye devam ediyordu. Bir şair olarak şimdilik adı fazlaca geçmese de o bunu da önemsemiyordu; asıl önemli olan iyi yaşamaktı yalnızca, doya doya yaşamak, anı fark ederek ve yarını düşünmeyerek…
Onun şiirlerindeki okuma kolaylığı, Divan Edebiyatı için alışılmadık bir şey sayıldığından Nedim diğer şairler tarafından küçümseniyordu. Ayrıca onun gibi tahsilli bir sanatçının genellikle Divan Edebiyatı yolunda eseler verse de canı istediği zaman halk diliyle yazması da hazmedilemeyecek bir durumdu onlar için. Onun gibi kültürlü birinin nasıl olup da Arapça ve Farsça kelimeleri, Türkçede okunduğu gibi yazabildiği ve kendi divanında bu kadar çok ifade ve gramer hatası yapabildiği konuşuluyordu o sıralarda rakipleri arasında.
Vurdumduymazlığı ve rahat yaşayışı nedeniyle tam bir Lale Devri adamıydı Nedim.
“Çünki bülbülsün gönül bir gülistan lazım sana
Çünki gül koymuşlar adın dil-sitân (gönül alıcı) lazım sana”
diye diye âşık olduğu kadınlarla çıkılan akşamüstü sandal sefalarıyla devrin büyüklerine eşlik ettiği gece eğlencelerinin sabahlara kadar sürdürdüğünü, gündüzlerin sefahat içinde dinlenmekle geçtiğini, kendisinin Lale Devri’nde, afyon kullandığını şiirlerinde açık açık dile getiren, hatta Ramazan ayında bile içkiden kopamadığını anlatan kendi şahsına münhasır ender kişilerden biriydi:
“Neler çeker ramazân içre iyde dek göresin
Nedim terk-i mey-i hoş-güvar edinceye dek”
(Nedim hoş sindirimli şarabı bırakıncaya kadar
Ramazan içinde bayrama kadar neler çeker.)
Zevk-i sefa içinde geçen bir ömür, büyük ihtimalle büyükbabası Kazasker Merzifonlu Mustafa bin Muslihüddin’ in ölümüne benzer biçimde, bir isyan nedeniyle sona ermişti ve Üsküdar’daki Miskinler Mezarlığı’nda yattığı son yıllarda kesinlik kazanan şair Nedim’den geriye bir Nedim Divanı ve bir çeviri eser ile üzerinde şiirlerinden birinin yazıldığı bir mezar taşı kalmıştı geriye;
Ey Nedim ey bülbül-i şeyda niçin hâmûşsun
Sende evvel çok nevâlar güft-ü gûlar vâr idi
(Ey Nedim! Ey çılgın bülbül! Niçin susuyorsun?
Sende eskiden çok feryatlar, dedikodular vardı.)
Not: Yazı ilk kez 2007’de 5 AĞUSTOS’ta yayımlanmıştır.