MEZAR TAŞI (Öykü)
Yaşı epey ilerlemiş, beş duyu organı iflasın eşiğine dayanmıştı.
Namazlarının arkasına derisi kurumuş yorgun dudaklarıyla dua ederken tek anlaşılır kelime Atatürk idi.
Çocukluğumdan beri hep duyduğum ama sormayı hiç akıl etmediğim bir sesti bu.
Sobanın yanına serdiği eprimiş namazlasının üzerinde “ettelamu aleykumverahmatulla” diye soluna selam verdikten sonra dudaklarımı da okusun diye karşına geçip:
“Atatürk’e mi dua ediyon dede?” diye yüksek tondan sordum.
Yutkunup dilini damağını ıslattıktan sonra pepeliğini de ağzını sildiği avcuyla söküp atmış olacak ki yıllar sonra dili çözülmüş bir ahrazın heyecanıyla:
-Dilim dönerken peşin peşin söyleyeyim o zamat da ben öldükten sonra kimse beni kendi istediği gibi belleyip tanımasın. Ben Atatürkçüyüm oğlum! Atatürk’ün attığı tüm imzaların ve mermilerin arkasındayım. Atatürk’ün bu topraklarda kılınan bütün namazlarda hissesi var! Ona hayır dua etmeyecem de kime edecem! O bize Allah’ın bir lütfudur. Rabbilalemin ondan da ana babasından da razı olsun. Gabirleri nurla dolsun.
Diyip görevini tastamam yapan bu canlılık ve diriliğini, ayağa kalkınca üfleyerek üzerinden bir yük gibi atmış, eski çökük omuzlu hâline dönmüştü.
Sözlerini bitirdi sanmıştım ki
“Günah olmayacaanı bilsem mezar daşıma ‘Atatürkçü Ahmet Duran’ yazdırırım!”
diyerek gıcırdayan eşikten örtmeye geçti.