DİKKAT DİKKAT!!!
(yazıyı okurken gülmek serbesttir, biline…)
Kurban bayramı tatilinden sonra bu kez de onbeş tatil için tekrar memleketteyim.
Pozantı’ya gelir gelmez, Ağabeyim ve aynı zamanda gazetemizin sahibi Yunus Aytekin’le şöyle küçük bir Pozantı turu yaptık. Bu küçük turda Pozantı’nın geleceği için yapılan çalışmalardan bazılarını yerinde görme fırsatı buldum. Bunlardan ilki; Adana’dan Pozantı’ya girişin şimdiki gişelerin bulunduğu yerden yapılmasını sağlayan gayretlerin sonuç vermesiyle Pozantılılara kolaylık sağlanmış olduğu. Diğeri ise şimdi geçimini lokantacılıktan ve garsonluktan sağlayan insanlarımızın bu işlerine devam edebilmeleri için Tekfen şantiyesi mevkiine ticaret merkezi kurma projesinin onaylanmış olması ve bu büyük iş yerinin somutlaşması için bir iş adamı bekliyor olduğu. Sonuncusu ise yol kenarına dizilmiş şalgam tezgâhlarının, buradan kaldırılıp bir pasaj şeklinde düzgün ve güzel sabit pazarlama yerlerine kavuşturulmuş olmasının Pozantı için son yıllarda gerçekleştirilmiş ciddi işler arasında olduğunu söyleyebilmek hiç de zor olmasa gerek.
Bu yaptığımız küçük turda en çok “Şalgam Kent” dikkatimi çekti. Gerçekten fevkalade bir iş çıkmış ortaya. Önceki derme çatma şalgam tezgâhlarını hatırlayınca (ki çok iyi biliyorum bir zamanlar ben de günlük harçlığımı çıkarmak için çalıştım o tezgâhlarda) şimdiki bu modern yapılaşma hem Pozantı’mız için güzel bir hizmet olmuş hem de yurdun dört bir köşesinden müşterisi olan bu esnaflara ciddi bir itibar kazandırmış. (hem artık mal sayımı da yapmalarına lüzum kalmamış oldu böylece)
Bunları görünce; her şey güzel hoş, Pozantı gelişiyor, Pozantı değişiyor dedim kendi kendime. Çünkü Anadolu Lisesi ve Meslek Yüksek Okulu başarılarından sonra bir de Şalgam Kent’in kurulması ve çağdaş bir görünüme büründürülmesi, beni bir Pozantılı olarak heyecanlandırdı, sevindirdi. Şunu anladım ki artık Pozantı’daki “büyük hizmetçiler”in profili ciddi mânâda değişmiş. Yani “lafla peynir gemisi yürümez” atasözü nihayet devreye girerek Ziya Paşa’nın “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz,
Şahsın görünür, rütbe-i aklı eserinde” aforizması gerçekleşmeye başlamış.
Amma velâkin durum vahim. Neden mi? Köşe yazısı yazmamın yanı sıra memlekette olduğum vakitler arada bir de 5 Ağustos Gazetesi’nin muhabirliğini yapıyorum. Kısacası direk, Pozantı’nın birinci ağızlarıyla iletişim kurduğum oluyor. Az önce durum vahim dedim ya işte, gazeteci kimliğiyle katıldığım bazı toplantılarda şunu tespit ettim ki Pozantı için yapılan bu verimli ve güzel çalışmaların altına kimin imza atacağı meselesi çıkmış ortaya. Bu durum da mutlaka bir gerilime hatta soğukluğa elverir tabii. Ne yazık ki vermiş bile. Aslında çok görmemek gerek bu enaniyeti ve yapılan işin altına imza atabilme çabalarını. (Sözün özü, bu da her ressam kendi çizdiği resmin altına atar imzasını, gereğincedir bir nevi.) Çünkü üniversitelerdeki profesörler bile kendi aralarında böyle basit bir “benlik”e düşerken bizim hizmet sever idarecilerimiz düşmüş çok mu?
Böyle bir ahvalde sorun nerde başlar? Biz bunu inceleyelim birazcık. Hadd- ı zâtında söz konusu memleketimiz ve ocağımız olan Pozantı.
Senarist olmasam da meseleye ilk olarak iyimser bir senaryo yazayım.
Bu bahsettiğim sahiplenme, altına imza atabilme olayı yani millete sunulan istihdam ve hizmetin kim tarafından yapıldığı sorunsalı…
Tamam, tamam açık konuşuyorum! Bu faydalı “işi” kim ya da hangi kurum yaptı? Yani belediye mi, kaymakamlık mı? Şayet kurumlar, Pozantılıların elbet soracağı bu sorunun cevabı olmayı çok istiyorlarsa ( ki istesinler bence de) sorun yok o zaman. Çünkü yukarda, herkes yaptığı işin aynasıdır dedi Ziya Paşa Bey. İşte kazma, işte kürek! “iki yiğit çıktı meynade ikisi de birbirinden merdane” der, hizmet yarışını destekleyerek izleriz. Hem kötü mü olur yani? Ne varsa rekabetin, çekişmenin olduğu yerde var. Pozantı kazanır, biz kazanırız böylece.
Şimdi de kötümser olan senaryomu yatırayım masaya. Bakalım kim kazanacak, kim kaybedecek? (Bence kaybedeni falan da olmayacak bu yarışın.) Kim daha çok çalışacak? Ya da söz konusu taraflar birbirine “Tamam tamam, al imkânın varsa sen yap, ben yapmıyorum” diyip ikisi de meydanı boş mu bırakacak? Zaten işte o zaman hiç yeşermesini istemediğimiz “nifak tohumları” çoktan yeşermiş, gün ışığına da çıkmış olacak malesef. Hafazanallah, eğer bu son dediğim olası diyalog gerçekleşirse (Bu arada galiba ben olayı gözümde çok büyütmeye başladım.) Pozantı, gene aynı Pozantı kalır. Yerinde sayar hatta kıçın kıçın gitmeye bile başlar. Tabi böyle bir şey olsun asla istemem. Hem yukarda iyimser senaryoyu verdim. Dikkatinizi çekerim beyler “safım belli”. Gerisi size kalmış artık. Aslında gerisi size de kalmış falan değil. Niye mi? Çünkü niçin orda olduğunuz ayan beyan ortada.
Peki millet bu işe ne diyor? Zaten anlayabildiyseniz milletin diliyle yazıyorum yani benim saf’ım milletin iradesi. Millet de “belediye- kaymakamlık el ele, daha güzel ve yaşanılası bir memlekete” diyor.
Hadi o zaman kolay gelsin…
28 OCAK 2010 TARİHLİ 5 AĞUSTOS KÖŞE YAZIM