TÜRK MÜSLÜMANLIĞI
Ya da Müslümanlığın Türkleşmiş hali…
Biz Türklerin Şamanizm (Göktanrı İnancı)’den İslamiyet’e geçişi
yüzyıllar öncesine dayansa da günümüzde Şamanizm’den kalan
birçok gelenek, inanç ve ritüelleri günlük hayatımızda hala yaşıyor ve yaşatıyoruz.
Şimdi “Nasıl yani yahu? Biz Gerçek Müslümanlarız.”
dediğinizi duyar gibiyim
ama sakin olun ben İslamiyete ya da müslümanlığa ithamda bulunmuyorum.
Ben de Elhamdülillah müslümanım.
Zaten bütün bunlar size o kadar çok tanıdık
ve bilindik gelecek ki
bana yazımın sonunda hak vereceksiniz.
Şimdi buyrun okumaya devam edin.
Biz, İslamiyeti kabul ederken
aynı zamanda İslamiyet’ten önceki Gök-tengri inancımızdan kalan
tapınmalarımızı da yeni dinimiz İslam’a sindirdik.
Böylece milli kültürümüzü asırlarca yaşattık ve asimilasyona uğramadık.
Zaten şu durumlar da su götürmez bir gerçektir ki
haram-helal, yalavaç (peygamber),
cennet (uçmag)- cehennem (tamu),
tevhid yani tek tanrı inancı gibi Göktanrı ve İslamiyet arasındaki
önemli inanç benzerlikleri
bizim İslam’ı benimsememizi kolaylaştıran unsurlar olmuştur.
Bu konuda Türkoloji dünyasında hala tartışma konusu olan
“Oğuz Kağan’ın Türklere gönderilmiş bir yalavaç olduğu”
savını hatırlatsam bu ortak inançların kökenine
biraz daha ışık tutmuş olacağım diye düşünüyorum.
İşte Müslüman olduğumuz halde sebebini bilmeden
ama inanarak yaptığımız ve bize “vay bee!” dedirtecek
Şamanizm’den kalma yaşayan inançlarımız:
Su dökerek uğurlama:
Gidenin arkasından su dökmek eski Türklerdeki
su kültünün doğurduğu bir adettir. Su saflığı ve temizliği temsil ederken
aynı zaman da gurbete giden kişinin evine, yurduna
su gibi hızlı dönmesini dileklendirir.
Mum:
Câmi avlularında mum yakılması,
Cemevlerinde Çerağ yakılması,
ağaçlara bez ve çaput bağlanması da
Şamanizm döneminden günümüze aktarılan geleneklerdir.
Tahtaya Vurmak:
Yine, istenmeyen bir olay duyulduğunda
tahtaya kapı çalar gibi üç kere vurulması da
kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek
amacına yönelik eski bir Şaman inanışıdır.
Bazısı Kızılderililere de geçmiş adetlerdendir.
Kuzey Buz Denizi’ndeki Bering Boğazı’nın
aşırı soğuktan dolayı donduğu ve iki ırk arasındaki iletişimin
karşı yakalara yürüyerek geçilmesiyle kurulduğu tezi kabul edilir.
Zira Kızılderililer de bizim gibi başımıza gelebilecek
kötü olaylardan bahsederken “knock on the wood” deyip 3 defa tahtaya vururlar.
Kurşun Dökme:
Kurşun Dökme de Şaman geleneklerinden kalan bir âdettir.
Şamanlar bu ritüele “Kut Dökme” anlamına gelen
“Kut Kuyma” adını vermişlerdi.
İnsana musallat olan kötü ruhların
olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak
çok eski dönemlerde uygulanan sihir kökenli bir ritüeldi.
Kırmızı Kurdele:
Loğusa kadınların başına bağlanan kırmızı kurdele ya da kırmızı tülbent
Şaman döneminden günümüze kadar ulaşmış bir adettir.
Bu kırmızı kurdela ya da tülbent
anneyi ve yeni doğan bebeği,
albız denen şeytana karşı koruduğuna,
özelikle Alevilik’de gözlemlenen mezarın başına bağlanan
kırmızı kurdelenin da ölüye kötü ruhların musallat olmasını engellediğine inanılır
Ay:
Anadolu’da yeni ayın görünmesi sırasında
yere diz çökerek niyaz edilmekte,
gökyüzüne, aya ve toprağa bakarak
dilekte bulunulmaktadır.
Yeni ayın yeni umutlara ve
yeni başlangıçlara vesile olacağı düşünülür.
Bu olgu da Türklerin eski Göktanrı inancından kaynaklanmaktadır.
40 Sayısı:
Eski Türk inanışına göre ruh,
bedeni 40 gün sonra terk etmektedir.
Türk destanlarında kırk sayısı çok yer alır
ve kırk yiğitler, kırk kızlar epeyce geçer.
Manas destanında olduğu gibi,
Dede Korkut hikâyelerinde de kırk yiğitler görülmektedir.
Kırgız türeyiş efsanesinde de,
Sağan Han’ın bir kızı ve otuz dokuz hizmetçisi ile
kırk kız bir gölün kenarına giderek sudan gebe kalmışlardı.
Oğuz’un verdiği şölende, diktirdiği sırıkların boyu kırk kulaç uzunluğunda idi.
Hikâyelerde ve masallarda kırk gün ve kırk gece düğünler,
kırk haremiler, kırk satır ve kırk katır çok geçer.
Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve ölmezler,
ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler.
Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır.
İşte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir,
üzerinden kırk tane kıl koparılır,
ateşe atılarak yakılırsa ejderha da ölür.
40 sayısı da totemcilik döneminden kalma bir inanıştır.
Semavi dinler dâhil tüm dinlerde 40 sembolizmasının görülmesi
dinlerin evrim süreci konusunda fikir vermektedir.
İslâmiyet’te ölümün ardından 40 gün geçtikten sonra
Kur’an ve Mevlit okutma âdetlerinin,
Hz. Musa’nın Tanrı’nın buyruklarını
Tur dağında 40 gün 40 gecede almasının,
eski Mısır’da firavunun ölümünden kırk gün sonra
cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda kalmasının,
Hıristiyanlar’ın Paskalya’ya 40 gün oruç tutarak hazırlanmasının,
Ayasofya Camii’nin zemin katında 40 sütununun
ve kubbesinde de 40 penceresi olmasının kökeninde
o devirlerden kalma Şaman veya totem geleneklerine benzetilmektedir.
Mezartaşı:
Şaman ayin sırasında yardımcı ruhlarını kullanmaktadır.
Ölülerin, ailenin vefat etmiş büyüklerinin,
eski Şamanların ruhlarının, ormanın, suyun ve yerin
yardımcı ruhlarının da Şaman’a yardım ettiği kabul edilir.
Ölen büyüklerin ruhlarının çoğalması sonucu
bu ruhların en kıdemlisinin ruhların başına geçeceğine
ve bunun da diğerlerinin yardımı ile Şaman’a yol göstereceğine inanılır.
Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar
Şaman’a gökyüzüne yapacağı yolculukta yardımcı olmaktadırlar.
Toplumda ulu kabul edilen kişilerin ölümünden sonra
ruhlarından medet ummak
mezarları kutsanmış ve bu yerler medet umulan yerler hâline gelmişlerdir.
Günümüzde mezar, türbe, yatır ve benzeri yerlerin
ziyareti ve bunlardan medet umulması da
bu inancın devamı olarak ortaya çıkmıştır.
Eski Türklerde mezarları gizleme geleneği yoktur,
aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp,
üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları
ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir.
Ayrıca mezarın veya mezar yapısının üstüne
Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da,
belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir.
Arap dünyasında mezar taşı yoktur.
Ölünün toprakla bütünleşmesi ve zaman içinde kaybolması istenir.
Kutsanması günahtır.
Mezarlara taş dikilmesi ve bu taşın sanat eseri hâline getirilecek kadar süslenmesi
İslam coğrafyasında sadece Anadolu’da görülmektedir.
Dilek tutma:
Göktanrı inancında kanlı kurbanlardan başka
bir de kansız kurbanlar vardır.
Saçı, yalma, yani ağaçlara veya kamın davuluna bağlanan
bezler, çaputlar, ateşe yağ atma, tözlerin ağızlarını yağlama
ve kımız serpme gibi törenler bu kansız kurbanlardır.
Ölüm:
Şamanizm’de köpek, ruhun yaklaştığını uzaktan
ac bir ulumayla haber verebilmektedir.
Sıradan bir kişi bu ruhu görürse bu onun pek yakında öleceğine işaret sayılır.
Anadolu’da günümüzde köpek uluması uğursuz sayılmaktadır.
Köpeklerin bazı olayları önceden algıladıklarına
ve bunu uluyarak anlattıklarına inanılır.
Kubbe:
Ayrıca, cami mimarisine kattığımız “kubbe” gök tanrı dini’nden taşıdığımız bir durumdur.
Nazar:
Anadolu’da halk arasında “nazar” olgusu
çok yaygın bir inançtır. Bazı insanların olağandışı özellikleri olduğu
ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine,
kötülük yaptığına inanılır
Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu”, “deve boncuğu”, “göz boncuğu” v.s. takılır.
Nazar olgusu da eski Türk inançlarındandır.
Halı Kilim Desenleri:
Şaman’ın üzerine giydiği giysiye yılan, akrep, çıyan, kunduz gibi
yabanî ve zararlı hayvan şekilleri çizilerek onların kaçırılacağına inanılırdı.
Bugün Anadolu’da Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim gibi örgüler
Şaman giysilerinin izlerini taşımaktadır.
Müzik:
Şamanlar ayinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır.
Müziksiz bir ayin düşünülemez.
Oysa İslam dininde Kur’an dışındaki dinî eserlerin
müzikle okunması günahtır.
Şaman geleneğinin devamı olarak
Anadolu’da Hz. Muhammed’in, Hz. Ali’nin hayatları müzikle okunmaktadır.
Mevlit ve İlâhiler sadece Anadolu’da uygulanan müzikli anlatımlardır.
Not: bu yazım ilk olarak 17 Kasım 2014 günü 5 AĞUSTOS gazetesindeki köşemde yayımlanmıştır.